OPERA ZAMANIN BELLEĞİ-3
Sayın Pınar Aydın O'dwyer'ın yazılarını anlamak için birkaç defa okumak gerekiyor diye yorumlar alıyorum..
Sayın hocam, sizin farkınız ve özelliğiniz burada zaten..
Anlamak için önce görmek, sonra bakmak.. sonra kontrastlarında gezinmek.. kendimiz için öne çıkarabileceğimiz öğeleri seçmek, ayrıştırmak ve kendimize katmak gerekiyor..
Sonrada içselleştirmek ve yorumlamak gerekir ki.. birbirimizi anlayalım..
Kabul edelim, öğrenelim ve de tekrar tekrar okuyup hatırlayalım..
Tıpkı çok sevdiğimiz bir kitabı veya filmi yıllar sonra bile aynı keyifle tekrar okumak ve seyretmek gibi..
Eserleriniz bizler için o kadar öğretici, şaşırtıcı ve beynimize işliyor ki hocam, yenilerini okumak için sabırsızlanıyoruz..
Bizimle olduğunuz için tekrar NORTHWAY ailesi adına teşekkürlerimi sunuyorum..
OPERA- ZAMANIN BELLEĞİ-3
Bu portalın sayfalarında sinemada zaman ve bellekten söz ettiğimiz Zamanın Belleği-1 ve Sinemada Zamanın Belleği-2 adlı yazıları (1, 2) Ahmet Hamdi Tanpınar’ın unutulmaz dizeleri ile ve üzerine bir yorumla bağlamıştık (3):
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında.
Yekpare geniş bir anın,
Parçalanmaz akışında.
“Tanpınar’ın sözünü ettiği zamanın “parçalanmaz akışını” sinir bilimi alanındaki yeni buluşlar ışığında, bellek açısından güncellersek: “Parçalı-kırık aynada yansımalı akışında”, diyebiliriz. Ne de olsa zaman içinde ve bellek eşliğinde süren yaşam, ardı ardına kırık aynalara düşen anlık görüntülerde kendini tanımaktan ibarettir. Kaleydoskop (çiçek dürbünü) misali aynalara düşen bölük pörçük hayallerden bütünlüğe sahip bir görüntü elde etmek ve salt bunlara bakarak kendini tanımak mümkün değildir. Çare galiba anı görüntüleri arası boşlukları doldurmak için interpolasyon (küme içi değerlerin tahmini) yapmayı sağlayan dostlar ve henüz deneyimlenmemiş koşulları öğrenmek için ekstrapolasyon (küme dışı değerlerin tahmini) yapmayı sağlayan sanat eserlerinde...”
Şimdi de yine bir süreliğine bileğimizdeki saati unutup, henüz deneyimlenmemiş koşulların öğrenilebileceği mecralardan birinde, opera sanatının bellek ve zaman tünellerinde gezintiye çıkıyoruz (4).
Operanın ve sinemanın öncülü ya da ecdadı kuşkusuz kadim tiyatrodur, kalıtımsal kodları opera ve sinemaya geçmiştir. Hem operada hem de sinemada “tiyatro sanatı” esas eleman, asal oyuncudur. Ancak benzerliklerin yanı sıra tiyatronun pek de sadık olmayan ardılları hem sinema, hem opera kendilerine özgü özellikler de içerir. Örneğin tiyatronun temeli olan “konu-zaman-yer” üçlüsü, operada tam anlamıyla geçerli değildir. Çünkü operada müziğin soyut anlatımı oyundaki somut anlatım kadar güçlü ve olmazsa olmazıdır. O kadar ki “yer” unsuru konuda belirtilmiş de olsa müziğin evrensellik etkisiyle “herhangi bir yere” evrilmiştir. Bu özellik adeta perspektif içermeyen minyatür sanatına benzer. Minyatürde figürler ve olaylar, belli bir zamana hapsolmadan ölümsüzlüğün gözünden aktarılır. Hacimsel bir zaman algısı yerine sonsuzluğun resmidir kâğıttaki. Olayların ölümlülüğün gözünden aktarıldığı operada ise konu, zamanın müzikle yoğurulmasıyla şekillenip, “şimdiki zaman” anlatımının içine yedirilmiştir. Anlatılan olayın anlatım süresi olayın gerçek süresinden çok daha uzun olabilir. Bu nedenledir ki buna “müzik zamanının tılsımı” denilebilir.
MÜZİK ZAMANI
Öncelikle tüm klasik müzik eserlerinin zamansal olarak şiirdeki hece ölçütü kalıpları misali 2/4’lük, 3/4’lük, 4/4’lük, 3/8’lik, 6/8’lik, 9/8 ve benzeri değer (ölçüt) kalıplarıyla bestelendiğini belirtmek gerekir. Müzik dizelerinden oluşmuş mısra denilebilecek mezürlerin (ölçü) vuruşları bu zaman kalıplarına göredir. Bir de melodinin dinleyende uyandırılmak istenen duyguya uygun hız ölçütü vardır; Allegro (hızlı; heyecanlı), Adagio (yavaş; içli) ve benzerleri gibi.
İşte klasik müziğe özgü bu zaman ölçütlerini barındıran kalıplar ile bestelenen opera eserlerinde tiyatrodan farklı olarak ve olayın süresine ek olarak müzik zamanına riayet söz konusudur. Ancak, zaman öğesini kullanım açısından müzikal duygu içeren operanın kendine özgü başka özellikleri de bulunmaktadır (4).
OPERADA ZAMAN
Günlük yaşamdan farklı olarak kendine özgü bir zaman akışı ve ritmi olan, hoşa giden seslere müzik denildiği göz önüne alınırsa, hele bir öykü de içeren operanın içindeki zaman kurgusunun kendisine özgü olması doğaldır. Şarkılarla bezeli opera sanatında zaman konuya da koşut olarak üç farklı boyutta kurgulanır (4-6):
Birincisi perde açılıp müzik çalmaya başladığında zamanın seyirci açısından adeta durmasıdır. Kabul etmek gerekir ki şarkı, konuşmadan daha uzun zaman alan bir anlatım biçimidir, şarkının acelesi yoktur, asla telaşa gelmez; insanın içinden geçen duygular doya doya ortaya dökülene kadar zaman olacaktır.
Nitekim şarkı başladığında bizim için “zamanın durduğu” ne çok favorimiz var, hatta özellikle zaman dursun diye dinlediklerimiz de… Ezelden beridir “ruhun gıdası!” diye tanımlanan şarkının işlevi zaten bu değil midir; düşüncelere dalabilmek, duyguları uyandırabilmek için insanlığın hakkı olan, kendisine ayırdığı müzikli zaman dilimine can vermek?
Her şeyin bir an durduğu ama gözümüzü kapatıp tekrar açınca saniyelerin aynı yerde kalmadığını anladığımız ne çok an olmuştur. O an öylesine geniştir; istense daha da genişletilebilir ama “değeri”, onun sonsuza kadar uzatılamayacağının pekâlâ bilinmesindendir. Nitekim opera eserinde olaylar doğal hızda işlenmekteyken, örneğin bir arya veya düet paranteziyle zamanın akışı doğallık dışı şekilde adeta durur, ya da yavaşlayıp uzar. Bu nedenle operada örneğin kalbinden kurşunlanan bir kahraman aryasını bitirmeden ölmeyebilir!
İkinci kurgu biçimi aynı anda iki farklı boyut ve hızda zaman kullanımı yöntemidir.
“Koşut zaman akışı” da denilebilecek bu kurguda sahnedeki karakterler olaylarda aynı anda ama farklı zaman boyutlarında yer alır, duygu ve düşüncelerini anlatırlar. Bir karakter (veya koro) yavaş hızda, örneğin eski günlerden söz ederken, diğeri farklı hızla gelecekle ilgili endişe veya umutlarını aktarabilir. Ya da olaylar doğal akışıyla sürerken bir karakter bir yandan olaya doğrudan katılırken, diğer yandan ötekine laf yetiştirir, hatta aynı anda şarkı içinde bizimle onun dedikodusunu yapar veya iç konuşması ile sırrını paylaşır. Hepsi de aynı anda, ritimleri ve melodileri farklı ama uyumlu şarkılarla anlatılır. Operadaki “Koşut zaman akışı” günlük yaşamda da yaşadığımız bir deneyimdir aslında. Kimi zaman bir arkadaş veya akraba ile konuşurken ortak anılarımızdan farklı zaman dilimlerine takılarak konuşabiliriz. Örneğin erişkin yaşa varmış olmamıza rağmen büyüklerimize göre biz hala belli yaştaki bir çocuğuzdur, onlar salıncaktan düşmemizi hatırlarken biz onların düşeceğinden korkarız. Ya da çocukluk dönemi aklından çıkmayan bir arkadaşımız bize çocukça bir şaka yapınca onunla aynı zaman diliminde olmayan erişkin bilincimiz şakayı anlayamayabilir. Operada kullanılan “Koşut zaman akışı” da bir bakıma gerçek yaşamdakine güzel bir göndermedir.
Zaman bağlamında üçüncü kurgu biçimi de olayların konu içindeki zaman öğesinin bazen kendi başına bir karakter gibi olayların gidişatını ve konunun anlatım biçimini etkilemesidir. Örneğin bazı eserlerde olaylar gerçek hayatta seyrettiği hızda anlatılırken, bazılarında daha hızlı veya uzun sürede anlatılır.
G. Puccini’nin Tosca operasında (Libretto: G. Giacosa, L. İllica, 1900) tüm olaylar toplam birkaç saatte geçer ve yaklaşık aynı sürede anlatılır.
Oysa G. Puccini’nin Madame Butterfly (Libretto: G. Giacosa, L. İllica, 1904) ve Turandot (Libretto: R. Simoni, G. Adami, 1926) adlı operalarında ana karakterler bir saatten fazla sürmeyen bir perde boyunca sabahın gelmesini beklerler (Dipnot 1).
W.A. Mozart’ın Figaro'nun Düğünü (Libretto: L. da Ponte, 1786) operasında yine birkaç saat içinde geçen olaylar anlatılır, ama eser daha uzun süre, üç buçuk saatlik dört perde sürer.
V. Bellini’nin I Puritani (Püritenler. Libretto: C. Pepoli, 1835) adlı operasında ise ana karakterler birbirlerine kavuşmak için topu topu üç ay bekler ama bu süre onlara üç yüzyıl gibi gelir.
G. Verdi’nin Simon Boccanegra (Libretto: F. M. Piave, 1857) adlı eserinde ise iki perde arasında rekor bir süre, tam yirmi beş yıl geçmiştir. Oysa seyirci için bu süreler, iki perde arasında sadece bir kahve içimlik süredir.
Gerçekten de operada olayların hızlanmasının örneğin aylar, yıllar sonraya atlamasının seyircide deyim yerindeyse “jet-lag” yaratmaması için perdenin kapanıp araya çıkılması pratik bir yöntemdir. Görüldüğü üzere perde arası bile operada zaman duygusu yaratmak için kullanılan bir unsurdur.
Opera ile tiyatronun zaman açısından trajik benzerliğini de burada belirtmek gerekir. Her ikisinde de seyirci olaya her zaman geç kalır, seyir başladığında imgesel olarak her şey çoktan olup bitmiştir (belki gerçekten yaşanmış, sonra yazılmış, sahneye konulmuş, prova edilmiş ve hatta daha önceki temsilde oynanmış bile olabilir). Seyirci olaylara sonradan vakıf olur, dolayısıyla illâki gecikmiştir. İşin acıklı yanı seyredenlerin bunun farkında olmamasıdır. Saflıkla seyirci olayların biricik şahidi sanır kendisini. Belki de işin sırrı ve sihri budur aslında!
Seyircinin içten inanışı zamanı en güzel kullanan çocukların zamanı algılayışına benzer. Çünkü sadece çocuklar geleceği gelmez bir zaman olarak görür. Onlar için geçmiş de gelecek de şimdi olmayandır, bu kadar basit ve dolaysızdır zaman algıları. Bu yüzden de hem çocuklar hem de temsil sırasında çocukluğunun masal dünyasına geri dönen seyirci her zaman haklıdır aslında!
ZAMANIN GERİYE SARILMASI
Zaman nedir, varlığı nasıl fark edilebilir? Zaman, geriye döndürmeyeceği akla geldikçe, varlığı anlaşılan ve bir arıza çıkınca affetmeyen bir güç olarak da tanımlanabilir. Oysa onu istediğimizde belleğimizde ya da yaşamımızda geriye sarabilseydik nasıl olurdu?
Malum, sinema ve roman anlatımında dilendiği gibi zaman içinde geriye dönmek mümkündür. Ancak, evrensel zamana riayet etmek zorunda olmasa da, operada konular gerçek hayata benzer biçimde, daima ileriye doğru işlenir, geriye sarım (flashback) içermez. Diğer bir deyişle yaşanan karışık olayları zaman eksenine oturtarak kaydeden otobiyografik bellek misali operada anlatım daima zaman tünelinde ileriye doğru yol alır.
Diğer bir bakış açısıyla, operada orkestranın çaldığı müzik, bölünemez ve ayrıştırılamaz yapısı nedeniyle Bergson‘un süreğen bir zaman akışı olarak tanımladığı “İstemsiz bellek” (Memoire involontaire) kavramına uyarken, aryalar, düetler, vb. ise saat misali sahnedeki olayların gidişine dayanan “İstemli bellek” (Memoire volontaire) kavramını ifade eder (7). Sonuçta seyirci Bergson‘un “Mükemmel zaman ya da bellek” (Memoire par exellence) diye tanımladığı duygu ile temsilden çıkar, günlük yaşamına geri döner.
Sinema burada opera ve tiyatroya göre daha şanslıdır. Ne de olsa yaşı diğerlerine göre genç olan sinema, bir bakıma kendinden öncesini de anlatma, tarihe şahitlik yapma sorumluluğunun bilincindedir. Senaryodaki konuyu da anlatırken aynı sorumlulukla davranır. Zaten bir filmde de olaylar ileri geri giderek anlatılsa da rüyaların anımsanmasında olduğu gibi olaylar izleyicinin belleğinde düzgün ve mantıklı kronolojik sırayla düzeltilerek kaydedilir (2, 8).
Nitekim sinemada zaman algısındaki geri-ileri giderek yarattığı çok katmanlı zaman örgüsü izleyicinin hem günlük olaylardan uzaklaşmasını hem de günlük deneyimlerini daha iyi değerlendirmesini sağlayan unsurlardan biridir.
Sinema izleyicisinin bilinçsiz olarak edindiği bu çok katmanlı zaman deneyimi bir bakıma roman okumaya benzer; sıkılınca bırak, canın isteyince başa dön, ya da kitabın sonuna göz atıver, misali. Oysa operadaki zaman yapısının romandan farkı temsil izlemenin, kitaba ara verip ertesi akşam devam edebilmek, videoyu durdurup istediği yerden seyredebilmek gibi olmamasıdır. Belki de operada anlatılanın inandırıcı ve etkileyici olmasının nedenlerinden biri operada konuların daima ileriye doğru işlemesidir.
Zamanlaması daima ileri de olsa operada geçmişten de söz edilir elbette. İzleyici ise geçmişten söz edildiğinde anlatılanları rüya görüyor gibi zihninde yeniden doğru kronolojik sıraya koyabilir. Diyelim uyumakta olan bir kişi bir ses ile uyarıldı, o anda uyarıcı ses hızla rüyayla bütünleşir; hızla, çünkü rüya konusu yaratmak için gerekli diğer tamamlayıcı unsurlar zaten uyuyanın belleğinde mevcuttur (8). Bu rüya uyarandan sonra üretilse de uyaran rüyanın hemencecik en sonuna yerleştirilir. Operada da aynı şekilde geçmişten dem vurulduğunda, izleyici sahnede canlandırılmayan geçmişi zihninde doğru zaman sırasına koyuverir. Belleğin zaman tüneli daima ileri doğru çalışır, ister rüyada olsun, ister de opera temsilinde.
Operada zamanın geri sarılması sadece iki istisna eserde yer alır. Bunlardan biri olaylar sondan başa geri sarılsa nasıl olurdu konusunu irdeleyen Hin und Zurück adlı operadır (İleri ve Geri. Besteci: P. Hindemith, Libretto: M. Schiffer, 1927).
Karısının kendisini aldattığına inanan koca karısını tabancayla vurur, kendisi de tam intihar edecekken sahneye “akıl timsali adam” girer, olayların böyle sonuçlanmasının anlamsız olduğunu, sakinlikle duruma tekrar bakmak gerektiğini söyler. Ardından olayları hem söz hem de müzik cümleleriyle sondan başa geri sardırır. Aslında sondan başa doğru bakınca olaylar hiç de öyle kötü seyretmez, böylece mutlu sona ulaşılır (4).
Diğeriyse L. Buñuel’in The Exterminating Angel (İmha Meleği, 1962, Dipnot 2) adlı filminden ilhamla T. Adès’in bestelediği aynı adlı opera eseridir (Libretto: T. Cairns, 2017).
Konu, neden olduğunu anlayamadan bir evde uzun süre kapalı kalan bir grup insanın giderek insanlıktan çıkan davranışlar göstermesi üzerinedir. Sonunda “akıl timsali kadın” ortaya çıkarak eve girişlerinden bu yana olan olayları yeniden baştan gözden geçirmeyi önerir. Bir tür öz-eleştiri içeren bu deneme sonucunda mutlu sonla özgürlüğe kavuşurlar (9).
İster İleri ve Geri operasındaki gibi yaşananları sondan başa adım adım geriye sarmak, ister İmha Meleği operasındaki gibi her şeye yeni baştan başlamak; gerçek yaşamda mümkün değil ki, “gerçeği, daima ve tüm gerçeği” anlatmaya yeminli operada sık konu edilsin.
Zaten edilse de “zamanın tüm haklarının sahibi” bellek bir çırpıda olan biteni hizaya koyuverir.
Gözle görülmez, elle tutulmaz ama hep vardır ve her şeyi kontrol eder; o “zamandır”. “Canı nereye isterse, istediği an, istediği biçimde oraya oturan; o “bellektir” (10, 11). Sahnede anlatılan olaylarla benzer anılardaki duyguları uyandıran, benzemeyenlerle “déjà vu” (okunuşu: deja vü) misali gerçeği izliyormuş duygusu verense; o “operadır”!
Prof. Dr. Pınar Aydın O'dwyer, Göz Hastalıkları uzmanı, Yazar; bale, opera, sanat sever..
DİPNOTLAR
1. Turandot operasından Nessun Dorma (Kimse uyumasın) aryası. (Örnek: L. Pavarotti, https://www.youtube.com/watch?v=cWc7vYjgnTs)
2. İmha Meleği: İnanışa göre Eski Mısır’da Yahudileri evlerine hapsedenlerin ilk erkek çocuklarını öldürerek ilahi adaleti yerine getirmekle görevli melek.
Kaynaklar
(1). Aydın O’Dwyer P: Zamanın Belleği-1. https://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/pinar-aydin-o-dwyer/zamanin-bellegi-1/2444/ Erişim: 8.01.2021
(2). Aydın O’Dwyer P: Sinemada Belleğin Zamanın Belleği-2. https://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/pinar-aydin-o-dwyer/sinemada-zamanin-bellegi-2/2462/
(3). Tanpınar AH: Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1954). Dergah Yayınları, 2015
(4). Aydın O’Dwyer P: Durdurun Zamanı Operada İnecek Var. Psikeart Zaman, Sayı 44, Mart- Nisan 2016
(5). Aydın O’Dwyer P: Opera Kitabı. Akılçelen Kitaplar, 2015
(6). Bianconi L, Pesettli G: Opera in Theory and Practice-Image and Myth. University of Chicago Press, 2004
(7). Dinçer SM: Dıranas ve Bergson ya da Gölgeler ve Durée. Türk Tiyatro Yazınında Özgün Bir “Modernleşme” Alternatifi Üzerine Deneme. Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 30:2, 2010
(8). Draaisma D: Düş Dokumacısı (Çev: Yalnız T). Metis Bilim, 2016
(9). Aydın O’Dwyer P: Başrolde Yine ‘İmha Meleği’. Psikesinema Dergisi Sayı 15, Ocak-Şubat, 2018
(10). Draaisma D: Yaşlandıkça Hayat Neden Çabuk Geçer? (Çev: Koca G). Metis Bilim, 2018
(11). Draaisma D: Unutmanın Kitabı (Çev: Muradoğlu D). Yapı ve Kredi Yayınları, 2018
Not: https://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/pinar-aydin-o-dwyer/operada-zamanin-bellegi-3/2472/ Erişim: 15.02.2021’de yayınlanmış ve izinle kullanılmıştır.
Comentarios