ANITKABİR'DEN EVEREST'E.. BİR GAZİ'NİN ÖYKÜSÜ..

Sayın Koray Gürbüz, çok saygı duyduğumuz, emeklerine sonsuz müteşekkür olduğumuz, tesadüfen tanıştığımız ama dostluğumuzun uzaktan da olsa katlanarak gün ve gün arttığı çok kıymetli arkadaşımız..
Bizim için ve Ülkemiz için çok önemli bu yazıyı aslında aylardır bekliyordum kendisinden, büyük bir keyifle hazırlamak ve sizlere sunmak için.. Ama kendi mütevazi kişiliği o kadar baskın ki.. Duygularını ifade edemez, yazamaz diye çekinmişti..
Görüyorum ki şu an duygularını ve benliğini yeterince ifade edemeyen, kaçak dövüşen asıl bizlermişiz.. Sizin gibi bu Vatan uğruna çabalayan, emek veren, sonsuz kalp, beyin ve kan bağıyla bağlı tüm vatanseverlerimizi ben de bir asker kızı olarak ayakta alkışlıyorum..
ANITKABİR'DEN EVERESTE..
Merhaba, bu yazımda sizlere 2018 yılı Mart ayında yaptığımız "Everest Bace Camp" yürüyüşümüzü anlatmaya çalışacağım. Duyguları yoğun fakat kalemi o kadar da güçlü bir insan değilim. Üç Gazi arkadaşımla yapmış olduğum bu yolculuğu umarım sizleri sıkmadan anlatabilirim. Keyifli okumalar dileklerimle..
Öncelikle yazıma kendimi tanıtarak başlamak isterim. Memur bir ailenin ikinci çocuğu olarak 1975 yılında İstanbul’da doğdum. Rahmetli babamın görevi nedeniyle ilköğrenimime sıkıyönetim zamanı Diyarbakır’da başladım. Orta öğrenimime bir sonraki tayin yerimiz olan Afyonkarahisar’da devam ettim. Ortaöğrenimime müteakip askeri lise sınavlarını kazanıp, askerlik yaşamına geçiş yaptım.

30 Ağustos 1993’de mezun olarak ilk görev yerim olan Özel Kuvvetler Komutanlığına atandım. 90’lı yıllar boyunca Güneydoğu Anadolu bölgesi ve Irak kuzeyinde bölücü terör örgütüne karşı düzenlenen operasyonlara katıldım. 1995 yılında Bingöl Genç ve 2005 yılında Hakkari Çukurca’da yaralandım. 2013 yılında Genelkurmay Bakanlığı emrinde görev yaparken kendi isteğimle Malül Gazi olarak emekliliğe ayrıldım. “Devlet Övünç Madalyası” ve “Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası” sahibi bir Gaziyim.
Yüksekova, Hakkari, 2006.
NEDEN VE NE İÇİN EVEREST?
Türk Silahlı Kuvvetleri'mizin kahraman personeli yıllardır bölücü terör örgütüne karşı düzenlenen operasyonlarda Şehit ve Gazi vermektedir. Ülkemizin bütünlüğü ve milletimizin güvenliği için hiç düşünmeden seve seve canlarından vazgeçtiler. Kimi arkasında çocuğunu, kimi eşini, kimi nişanlısını, kimi annesi, kimi babasını, kimi ise bir defa olsun seni seviyorum diyemediği sevgilisini bırakarak gitti.
Biz üç gazi olarak halkımızda şehitlik ve gazilik adına bir farkındalık yaratmak, yeri geldiğinde bu bayrak, bu vatan için seve seve canımızı feda etmeye hazır olduğumuzu göstermek maksadıyla dünyanın en yüksek dağı olan Everest’e çıkmaya karar verdik. Bu yolculuk kolay olmayacaktı. Gazi arkadaşlarımdan biri sağ diz altı ampüte, diğeri sol bacağı yaklaşık 10 cm. kısaydı.
Everest Bace Camp yürüyüşümüze daha bir anlam katması için ulu önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ebedi istirahatgahı olan Anıtkabir avlusunda dalgalanan 6x4 metrelik bayrağımızı götürmeyi ve bu bayrağı dünyanın en yüksek dağı olan Everest’te dalgalandırmaya karar verdik. Yapmış olduğumuz müracaat sonucunda Anıtkabir Komutanlığından bayrağımızı berat’ı ile teslim aldık.
Everest’e yürüyüş hiç de kolay olmayacaktı ve hiçbirimiz bu zorlu tırmanışa hazır değildik. İşin gerçeği profesyonel yardım almadan gerçekleştirebileceğimiz bir proje değildi bu. Türk Silahlı Kuvvetleri Spor Okul Komutanlığında görevli Doç.Dr.Öğr.Alb. Murat ERDOĞAN’la yollarımız kesişti. Murat Albay her bir gazi arkadaşımın farklı engel durumuna uygun antrenman programları hazırladı. Yaklaşık iki sene hem kondisyonumuzu arttırmaya hem de akciğer kapasitemizi geliştirmeye yönelik çalışmalarımız oldu. Everest tırmanışından önce 94 km.’lik Likya Yolu yürüyüşümüz ve kışın zor oldukça zor şartlarda Erciyes Dağı tırmanışlarımız oldu. Yoğun antrenmanlar sonucu hepimiz belli bir kondisyon seviyesine ulamıştık. Daha önce protez bacakla zor yürüyen Gazi Önder GÜLTEKİN koşuyor hatta depar atabiliyordu. Gazi Ömer DURAN ise bacağının kısalığına rağmen daha uzun mesafeleri yürüyebiliyordu. Kendim için aynı durum pek geçerli değildi. Daha önce yapmış olduğum bir dalış esnasında bir vurgun hikayem vardı. Tırmanış öncesi kontrol için gittiğim göğüs hastalıkları uzmanına Everest’e tırmanacağımı söyledim. Hocam gerekli muayenesi sonrası Koray yüksek irtifaya çıkamazsın dedi ve “yüksek irtifaya çıkması hayati risk oluşturur” raporunu elime tutuşturdu. Eve gittim ve düşündüm ya iki yılın sonunda bunca emeği bir yana bırakıp Everest’e gitmeyecek ve arkadaşlarımı yalnız bırakacaktım. Ya da her şeyi göze alıp yola devam edecektim. Karar vermem uzun sürmedi. Ayağa kalktım, elimdeki raporu katlayarak kütüphanemdeki kitaplardan birinin içine koydum. Yaptığımın doğru olmadığını biliyorum ama geri dönemezdim.
Yürüyüşe başlamak için Mart ayını seçtik. “18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ve Şehitleri Anma” gününde Everest Bace Camp’da Atamızın huzurundan getirdiğimiz bayrağımızı dalgalandırmaya kararlaştırdık. Artık yolculuk için hazırlıklarda tamamlanmıştı.
Mart ayı başında iki gazi arkadaşımla birlikte Nepal’a yolculuğumuz başladı. İlk durağımız Nepal’in başkent’i Katmandu oldu. İnişe geçtiğimiz esnada uçağın penceresinden baktığım Katmandu bir başkentten çok bir gecekondu kentine benziyordu. Binalar arasından kalacağımız otele gidene etrafımı gözlemledim. Derme çatma binalar, asfalt’ı olmayan toz yollar, düzensiz ve keşmekeş bir trafik, geri kalmış bir toplum. Buradaki halk fakir, gelir düzeyi oldukça düşük. Sokaklar arasında yürürken sizden para dilenen yada bir şeyler satmaya çalışan insanlar. Katmandu’da bir gece kalarak dinlendik, ertesi gün oldukça yorucu olacaktı.
Everest’e tırmanış için Katmandu’dan dünyanın en tehlikeli havalimanı olan Lukla Tenzing-Hilary Havalimanına Dornier 228-212 tipi bir uçakla yaklaşık 45 dakikalık gerekecek. Dornier eski ve pervaneli bir uçak. Uçağın kapısında hostes bizi “Namasteee” (selam, hoş geldin veya hoşça kal) diyerek karşıladı. Koltuk numarası olmadığından biletini alan istediği yere oturuyordu. Yer tutma konusunda tecrübeli bir millet olduğumuzdan anında cam kenarları dolduruldu. Uçak kalkmadan hostes hanım ikramlıkları dağıtmaya başladı ki bu uzun sürmedi. İkramlık olarak bir parça pamuk ve bir tane şeker verdi. 1286 rakımlı Katmandu’dan dağların arasından süzüle süzüle 2860 rakımlı Lukla’ya olan 45 dakikalık yolculuğumuz oldukça sarsıntılı geçiyordu.
Tenzing-Hilary Havalimanı adını 1953 yılında Everest’e ilk tırmanan Edmund Hilary ve Tenzing Norgay’dan almaktadır. Bu havalimanı aynı zamanda 20 yıldan fazla süredir "Dünyanın en tehlikeli havalimanı" ünvanını elinde tutmaktadır. Pistin bir tarafı duvar ve onun arkası dağ, diğer tarafı ise uçurum. İniş kalkış pistinin uzunluğu yalnızca 500 metre. Yani uçağın pas geçme gibi bir lüksü yok, pilotların inişi gerçekleştirmek için tek şansı var.
Şanslı gaziler olarak havalimanına tek parça halinde inebildik..!!

Lukla Tenzing-Hilary Havalimanı.
Lukla Tenzing-Hilary Havalimanına yakın bir kafede oturarak yolculuk boyunca bize rehberlik edecek şerpalarla buluştuk. Rehberimiz dikkat etmemiz gereken konularla ilgili kısa bir bilgilendirme yaptı. Bölge halkı için yürüyüş yolumuz üzerindeki Tibetçe “om mani padme hum” (Lotus çiçeğinin içindeki mücevher) mantrasının oyulduğu dua kayalarının solundan geçilmesinin, yerel halk tarafından bir saygı işareti olarak algılandığı ve duruma dikkat etmemizi bizden rica etti. Ayrıca sık sık karşımıza çıkacak olan dua çarklarını her geçişlerinde çevirmeye dikkat ettiklerini, bizlerinde çevirebileceğimizi söyledi. Nepal nüfusunun yüzde 81’i Hinduist, sadece yüzde oranında Tibet Budist’leri Tibet sınırına yakın yüksek yerlerde yaşıyor. Şerpa’lar yani dağ köylüleri Tibet budizmine inanıyor.
Om mani padme hum (Lotus çiçeğinin içindeki mücevher). Dua Çarkı.
Tanışma merasiminin ardından Everest tırmanışımızın ikinci durağı olacak Phakding 2650 m. için hazırlıklara başladık. Bu yürüyüş 2860m.’den 2650 m.’ye doğru bir iniş şeklinde olacaktı. Şimdi içinizden yokuş aşağı nasılsa sorun değil, rahat bir yolculuk olacak dediğinizi duyar gibiyim. Maalesef bizim yürüyüşümüzde ne yokuş yukarı, ne de yokuş aşağı bize bir avantaj sağlamıyor. Gazi Ömer DURAN’ın sol bacağı kısa olduğundan çıkışta tüm ağırlığını sağ bacağına vermek zorunda kalıyor. Bu sebeten dolayı hızı yavaşlıyor ve ekip olarak onun hızına ayak uydurmak zorundayız. Gazi Önder GÜLTEKİN için ise durum tam tersi, sağ bacağı protez olduğundan ayak bileceği eklemi bulunmuyor. İnişte yan basmak zorunda kaldığından tüm ağırlığını sol bacağına veriyor ve bu yüzden yavaşlamak zorunda kalıyor.
Lukla’dan çıkıştan sonra başlayan inişli yol taş döşeli ve basamaklı olduğu için zor sayılmaz, ancak güneş ışığı almayan bölgeler oldukça kaygan. Arkadaşlarımın sakatlanması istemediğim için yürüyüşümüzü kısa kısa molalar verecek şekilde planladım. Lukla’dan yürüyerek 3 saatte gidilen Phakding’e ulaşmamız 5 saatti buldu.

Lukla – Phakding arası kısa bir mola.
Yürüyüşümüzün ilk günü için oldukça yorucu bir yolculuk oldu. Phakding’de dinlememiz için sadece bir gecemiz vardı. Bizleri ertesi gün rota’nın en zor etabı olan Namche Bazaar bekliyordu. Phakding ile Namche arasında yaklaşık 800 metrelik rakım farkı var. Rehberimiz yüksek irtifa hastalığından korunmamız için bol sıvı tüketip, ani hareketlerden kaçınmamız gerektiğini söyledi. Ayrıca bölge halkını tarafından yapılan sarımsak çorbasının vücudun bağışıklık sistemini güçlendirdiği ve bu hastalığa karşı koruyucu özellikte olduğunu söyledi. Akşam soğuk soğuk odalarımızda ilk günün muhakemesinin ardından uyku tulumlarına girerek dinlenmekle geçti. Sabah erken kalkarak ikinci gün yürüyüşü için hazırlıklar kontrol edildi.

Phakding.
NAMCHE (3440 m.)
Sabah kahvaltımızın ardından Solu Khumbu vadisi boyunca dizilmiş köyleri geçerek Mojo köyündeki “Sagarmatha Milli Parkı” girişine ulaşıyoruz. Yol boyunca taşlardan yapılmış yüksek merdivenlerden ve asma köprülerden geçmek zorundasınız.

Namche Yolu Asma Köprüler.

Sagarmatha Milli Parkı.
Tırmanış bizleri oldukça zorladı. Milli parkın girişinden sonraki hedefimiz bu bölgenin en bilinen halklarından “Şerpa” ların ünlü yerleşim yeri Namche Bazaar. Namche Bazaar, Tibet mallarından, trekking ve tırmanma ekipmanlarına ve seyahatiniz sırasında ihtiyacınız olabilecek her şeyin satıldığı ya da kiralanabildiği küçük, renkli bir pazar kasabası. Himalaya zirvelerinin muhteşem manzarasına sahip yarım ay şeklinde, bir dağın yamacında yer almakta. Bir zamanlar Khumbu bölgesinin büyük ticaret merkeziymiş, komşu köylerden Sherpalar ve Tibet’ten tüccarlar, egzotik geleneksel el sanatları malları sergilemek ve takas etmek için burada toplanırlarmış. Burası ilk yüksekliğe uyum sağlama durağımız olacak. İlk gecemiz tırmanışın yorgunluğunu atmakla geçti. Ertesi sabah kahvaltı sonrası buradan civar vadilere yaptığımız yüksekliğe uyum yürüyüşleri aklimatizasyon (yüksekliğe uyum) süreci bizleri oldukça rahatlattı. Yürüyüşün ardından tekrar Namche’ye inerek geceyi burada geçirdik.
Artık bundan sonraki tüm yürüyüşümüz boyunca en büyük sorunumuzun yüksek irtifa hastalığı olacağını sanıyordum…

Namche Bazaar.
THENGBOCHE (3870 m.)
Bugün, dünyanın en güzel manzaralarından birisine sahip bir dağ köyü olan Thengboche’ye (3870m) doğru yola çıkıyoruz. Yine yol boyunca bulunan dualarla donatılmış taşların yanından, uçurumların kıyısından, daracık patikalardan ve görkemli zirvelerin arasından geçerek ilerliyoruz.
Güzergahın bu kısmındaki sarp ve dar patikada, çok az bulunan küçücük düzlüklerdeki mola yerlerine stupalar dikilmiş, bunların çevresi de dua bayrakları ve dua taşlarıyla donatılmış. Bu günün en büyük ödülü, yürürken tam karşımızda bulunan dünyanın en güzel dağlarından Ama Dablam’ın (6856 m.) bulutların arasından gizemli ve mistik havasıyla bir görünüp bir kaybolmasıydı. Artık hava gittikçe soğuyordu. Odalarımıza yerleştikten sonra Gazi Ömer DURAN’ın iltihap yapmış yaralı bacağına küçük bir cerrahi müdahale yaparak, rahatlamasını sağladım. Ertesi sabah ilk işimiz konakladığımız yerin karşısındaki Manastır. Manastır inanılmayacak kadar güzel ve büyüktü. İçinde koskoca bir Buda heykeli ve yetinin ayak izi olduğuna inandıkları bir taş vardı. Tengboche Manastırı Budistlerin en önemli ve en kutsal manastırlarından biriymiş. Rehberimiz 17. yüzyılda buraya gelen önemli bir rahibin ayak izi üzerine kurulduğunu söyledi. Bu yükseklikte artık bitki örtüsü bitiyor. Bol bol manastırda ve çevrede fotoğraf çekindikten sonra bir sonraki hedefimize ilerlemek üzere çantalarımızı kontrol ettik.
Beni en çok düşündüren Gazi Ömer DURAN’ın bacağı. İltihabı akıtmamıza rağmen daha büyük sağlık sorunları ile karşılamamak için dua ediyordum. Zira bu yükseklikte ve bundan sonraki yürüyüş güzergahımızda herhangi bir tıbbi destek almamız mümkün değildi. Hatta yürüyüş esnasında dar patikalarda yürürken, karşıdan gelen kalabalık bir grupla karılaştık. Hastalanmış bir köylüyü tahtadan yaptıkları bir sedye üzerinde, omuzlarda taşıyarak Lukla’ya götürüyorlardı. Anlayacağınız burada insanlar sürekli doğa ile mücadele içinde.

Tengboche Manastırı.
PHERİCHE (4280 m.)

Pheriche.
Bugün hava oldukça soğuk, Thengboche’den yürüyüşe başladığımızda oldukça şiddetli bir rüzgar vardı. Rüzgar o kadar şiddetliydi ki tozdan dolayı nefes almakta bayağı güçlük çekiyorduk. Artık etrafımız sadece dağ ve taşlardan ibaret. Yeşilin hiçbir tonu kalmamıştı arazide. Yürüyüşümüz esnasında Avrupa’dan buraya trekking için gelmiş birçok insanla karşılaştık. Bazı zamanlarda asma köprülerden geçerken birbirimizi bekleyerek yol verdik. Zira asma köprüler karşılıklı geçiş için uygun değil. Ama artık etrafımızda yürüyüş yapan kimse kalmamıştı. Vadilerin arasında bizlerden ve şerpalardan başka kimse yoktu. Öğlenden sonra hava oldukça bozdu. Gökyüzünü siyah bulutlar kapladı. Soğuk iklim kıyafetlerimizi giyerek yürüyüşe devam etmek zorunda kaldık. Artık daha da yükseklerde, buzulların diyarına doğru yürüyoruz. Akşam üstüne doğru konaklayacağımız lodge’a vardık. Pheriche’de iki gece kalacağız. İlk gece dinlenme, ikinci gün 500 metre yükseliğe çıkıp, akşamı tekrar burada geçirdikten sona yolumuza devam edeceğiz. Hava iyice soğudu ve üşümeye başladık. Etrafı kontrplakla çevrili odamızda içerde veya dışarda yatmamızın hiç farkı yok. Ne yaparsak yapalım bir türlü ısınamıyoruz. Tek çareyi uyku tulumuna girerek yatmak olduğunu düşündüğümden, sıkı sıkı giyinerek uyku tulumuna girdim. Aslında eski bir özel kuvvetler personeli olarak kat kat giyinmenin doğru olmadığını biliyordum. O kadar çok soğuktu ki hava sadece biraz olsun ısınmak istedim. İlk defa uyku tulumunun içerisinde eldivenle yatıyordum. Sabaha kadar kaç defa kalktığımı yada uyuyup uyumadığımı bilmiyorum. Tüm gece ısınma ile mücadele içerisinde geçti. Sabah yüzümü yıkamak için içi su dolu varile yanaştığımda, normal olarak gördüğüm tek şey donmuş bir buz kütlesi. Gün geçtikçe, yükseğe çıktıkça hayat gitgide daha zor bir hale geliyordu. Islak mendille temizliğimi yaptım. Kahvaltı sonrası aklimatizasyon için yürüyüşe başladık. Kaldığımız lodge’a yakın bir tepenin üstüne çıkıp, tekrar konaklayacağımız yere döndük.
Bu akşam yola çıktığımızdan beri ilk defa yana bir soba gördüm. Yakıt olarak Yak’ların dışkılarını kullanıyorlardı. Sobanın etrafında otururken sıcaktan oturduğum yerde gözlerim kapanıyordu. Bu mutluluk çokta uzun sürmedi. Yarım saat sonra yakacak bir şey kalmadığından soba söndü. Bizleri yine zor bir gece bekliyordu. Ne kadar zor olursa olsun dayanacaktık.
Atamızın kabrinde dalgalanan o şanlı bayrağı Bace Camp’da açmadan, dalgalandığını görmeden dönemezdik. Ve titreye titreye geçen bir gece daha. Bugün herşey daha da zor olacak. Daha da zor...!!
LOBUCHE (4910 M.)
Oldukça büyük bir vadi arasından Lobuche’ye doğru yürüyüe başladık. Pheriche’den iki günlük dinlenme biraz olsun iyi geldi bize. Gazi Önder GÜLTEKİN’in protez bacağı, bacağına oldukça hasar vermişti. Diz altından kesilen yerleri protez yürüdükçe hasar veriyordu. Buna rağmen yürüyüşe devam etmek istedi. Her adım atışında çektiği ıstırabı suratının şeklinden okumak hiç de zor değildi. Acı çektiği her halinden belli oluyordu. Artan yükseklikten dolayı hareketlerimiz gitgide yavaşlıyordu. Buzullara doğru tırmanırken karımıza ilk çıkan daha önce tırmanış esmasında hayatını kaybedenlerin mezarları oldu.

Mezarlık ve Dua bayrakları.
Dua bayrakları etrafındaki mezarları inceledik. Her yerde gördüğümüz dua bayrakları Himalayalar'da yaşayanların inancına göre rüzgarla dalgalandıkça bereketi, iyi niyeti ve sevgiyi dünyaya yayıyordu. Be renkte olan bayraklarda mavi gökyüzünü, beyaz havayı ve rüzgarı, kırmızı ateşi, yeşil suyu ve sarı ise toprağı temsil ediyordu.
Yürüyüşümüze devam etmeye başladığımız esnada kendimizi kar fırtınası içinde bulduk. Lobuche’yi biraz daha geçip konaklayacağımız yere vardığımızda Önder çektiği acıdan ağlamaya başladı. Protezi bacağından çıkardığında güdüğünün yara bere içerisinde olduğunu gördüm. Bundan sonra Gazi Önder GÜLTEKİN artık yürüyemezdi. Artık bir karar vermem gerekiyordu. Grup lideri olarak arkadaşlarla konuşmaya karar verdim. Yemek bittikten sonra konuyu açtım. Önder’e buraya kadar gelerek zaten başardığını, bundan sonra yaptığı veya yaptığımız her hatanın bedelini canımızla ödeyeceğimizi söyledim. Ertesi günkü yürüyüşün oldukça uzun olduğunu ve bu bacakla bu yürüyüşü tamamlamasının imkansız olduğu anlattım. Ama kardeşim her şeye rağmen devam edeceğini söyledi. Ben de kararına saygı duydum. Hayatta bazen risk almak gerekir. Her ne olursa olsun hiçbir arkadaşımı asla yalnız bırakmayacağımı söyledim. Sonucu ne olursa olsun. Yine soğuk bir gece bizi bekliyordu. Ama bu bayrağı açmamızdan bir gece öncesiydi. Hadi o zaman yapalım dedim. Artık rahat nefes alamıyorduk. Sabah erken kalktık. Bu gün yol uzun ve hedef büyüktü.
GORAKSHEP (5164 m.)
EVEREST ANA KAMP (5364 m.)
Gorakshep, yürüyüşçüler için Everest Ana Kampa ve Kala Patthar zirvesine gidip gelmek için son konaklama imkânının olduğu birkaç lodge’dan oluşan yerleşim yeri. Burası Dalay Lama’nın “Cennete Giden Adımlar” adını verdiği, Lukla’dan Everest Ana Kampına yapılan bu ünlü yürüyüş rotasında son durak Dünyanın deniz seviyesinden ölçüldüğünde en yüksek dağı olan Everest’in adı Tibet dilinde “Chomolungma”, Nepal dilinde “Sagarmatha” ve anlamı “Dünyanın Ana Tanrıçası”. Bugün uzun ve zor bir gün olacak. Lobuche’den konaklayacağımız son ve en yüksek yerleşim olan Gorakhshep’e Khumbu buzulunun yanından geçen patikaları izleyerek, inişli çıkışlı ve taşlı yoldan yürüdük. Khumbu Buzulu o kadar yakınımızdaki üzerinde oluşan küçük gölcüklerdeki mavinin tonları bizi büyülüyor. Buzulun karşı tarafında ise Nuptse Buzul Şelalesi güzel görüntüler veriyor. Öğlen Gorakshep’e varıyoruz. Öğlenden sonra ana kampın hemen yanındaki Khumbu buz şelalesini görüyoruz. İrili ufaklı birçok çadırdan oluşan bir köy büyüklüğündeki kamp, ilerledikçe belirginleşiyor. Her türlü zorluğa rağmen artık hedefimize ulaşmıştık. Önder’de başarmanın verdiği sevinçle bana sarıldı ve “başardık kardeşim” diyerek ağlamaya başladı. Acı çektiğini biliyordum.
Çok zaman kaybetmeden bayrağı açıp, geri aşağıya inmemiz gerekiyordu. Hemen çantamızdan bayrağımı çıkarıp bu unutulmaz anı fotoğrafladık. Anıtkabir’den başlayan yolculuğumuz bizler için burada bitiyordu.
Başta Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere bu topraklar için canlarını seve seve feda eden tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmetle anıyorum. Ruhları şad, mekanları cennet olsun..!!

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl;
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!
Koray Gürbüz, Gazi, Weapon Specialist, Space & Defence Technologies
Comments