top of page
Yazarın fotoğrafıNORTHWAY

Sayın Prof.Dr. Elif Küpeli NORTHWAY için yazdı.. "Bir Tutkunun Hikayesi"

BİR TUTKUNUN HİKAYESİ…


Canım arkadaşım, güçlü, sabırlı, pozitif ve savaşçı kişiliğini biliyordum ama okurken gözlerim doldu.. Lütfen hep koş..


Spor yapmaya 32 yaşında pilates ile başladım. Kendimi bildim bileli yediklerime dikkat ederim. Ne kadar dikkat edersem edeyim bel ve basen bölgemi bir türlü inceltemeyince sadece diyetin yetmediğini anlayarak başladı bu hikaye. İştahlı bir kişiyim. Yemeği zevk için yerim. Böyle olunca sürekli yediklerime dikkat etmek bir hayli zor oluyordu. Mahallemizde küçük bir stüdyoda başlayan pilates hikayem Mostlife spor kulübünde Neslihan Hoca ile tanışmam ile daha da profesyonel bir ortama taşındı. Neslihan Hoca ile çok keyifli bir 4-5 yıl geçirdik. Disiplinli bir program ile beni istediğim vücut ölçülerine ulaşmamı sağladı. Yoğun iş ve ev tempom nedeniyle haftada 2 veya 3 gün zaman ayırabiliyordum. O zamanlar asla daha fazla vakit ayıramayacağımı düşünürdüm hep. Spor benim için haftada 3 gün yapılabilirdi…Bir süre de Neslihan Hocanın kendi stüdyosunda süren derslerimiz, stüdyonun kapanması sonrasında beni farklı arayışlara itti.


Hayatımda artık spor vazgeçilmezdi. Etrafımda birkaç kişinin koşu ile ilgilendiğini duydum. Maraton, 54km, gibi mesafeler konuşuluyordu. Yürümekten hoşlanmayan, koşmayı hiç denemeyen ben, “neden ben koşamıyorum” sorusuyla baş başa buldum kendimi. Acaba koşsam mı, yapabilir miyim, ama yürümeyi bile sevmiyorum, gibi düşüncelerle en sonunda denemeye karar verdim. Oturduğum site koşmaya çok elverişli. Yıl 2018, mevsim yazdı. Bir sabah 5.30’da kalkıp sitede koşmaya başladım. 45 dakika kadar koştum. Sitenin etrafında 3 tur yapıyordu. Mesafeyi bilmiyordum. Iphoneum’daki “sağlık” adlı uygulamaya girince 6km’ye yakın koştuğumu gördüm. Çok şaşırmıştım. Daha sonra haftada 2-3 gün sabahları erken kalkıp koşmaya başladım. Bir ayın sonunda 9-10 km rahatlıkla çıkıyordu. Bu arada mesafemi ölçebilmek adına Strava adlı bir program yüklemiştim araştırmalarım sonucunda. Koşu sonrası kendimi çok zinde ve mutlu hissettiğimi gördüm. Bu bana ayrı bir motivasyon veriyordu. Bunun yanı sıra üye olduğum spor kulübünde fitness yapmaya başlamıştım. Bir akşam arkadaşlarla yemekteyken koştuğumu duyan bir arkadaşım strava’yı açıp verilerime baktı. Pace adlı kelimeyle ilk o gün tanıştım. “Elif pace’in de gayet iyi, 6.35 koşmuşsun 10km’yi” dedi. Bana yarışlara katılmamı söyledi. İnternetten yarış bakarken, 6 hafta sonra Eymir Gölü’nün etrafında Ankara yarı maratonun olduğunu gördüm. Hastanemizde maratonlara katılan Genel Cerrahi’de Prof. Dr. Sedat Yıldırım ile konuştum. Sedat Abi’ye sordum "Ben buna katılsam koşabilir miyim?" diye. "Neden olmasın, hatta beraber koşalım" dedi.


Bir anda kendimi kayıt sayfasında buldum ve yarışa kayıt oldum. İş ciddiye binmişti, mevsim kış sonu. İnternetten yarı maraton hazırlığı ile ilgili bir program indirerek onu uygulamaya başladım. Haftanın hemen her günü antrenmanım vardı, arada fitness ile destekliyordum. Pazar günleri uzun koşularım vardı. 12K-15K ve 18K ile yarıştan bir hafta önceye kadar koştum. Koştuğum mesafelere inanamıyordum. Ama koşarken öyle bir haz alıyordum ki anlatmam mümkün değil. Başarma duygusu, 500m bile koşmayan birinin zaman içinde gösterdiği ilerleme, mental boşalma, adı ne olursa olsun koşmayı seviyordum. Ankara yarı maratonunu Sedat abinin de yardımıyla 2.28 gibi bir sürede bitirdim. Kendi kendime uyguladığım bir programla kısa sürede hazırlanarak koştuğum bu yarış bana neler yapabileceğimi de göstermişti.


Peki bundan sonra ne olacaktı? Tabii ki hedefler yükseldi. Acaba maraton koşulabilir miydi? Neden olmasın? Ancak yarı maraton sonrası küçük bir sakatlık geçirmiştim ve bu işi bilgisayar programlarına göre değil de profesyonel bir hoca eşliğinde yapmanın daha doğru olacağını düşündüm ve yine koşan bir arkadaşım vasıtasıyla tanıştım "Ali Atav Hoca" ile. Kendisi hem milli koşucu hem de triatlet idi. Ali ile tanıştığım gün bana “Hocam hedef ne?” diye sordu. “Maraton koşmak istiyorum” dedim. “Nerede?” diye sordu, “Bilmiyorum” diye cevap verdim. Ali “Hocam maraton koşacaksanız yurtdışında koşun, çok daha zevkli oluyor, organizasyonlar çok daha iyi” dedi. Hemen telefondan araştırdık, hazırlanmak açısından en uygun tarih 10 ay sonra olacak olan “Paris 2020 Maratonu” idi. Hemen programlar yapıldı. Haftanın 5-6 günü antrenmanım olacaktı. Eve kuvvet antrenmanları için step tahtası, ağırlıklar, pilates lastikleri alındı. Cross antrenmanlar için ise ev tipi spinning bisiklet. Nabız ve antrenmanların gösteren bir saat ve koşu kıyafetlerim de alınarak hazırlıklar tamamlandı. Ali Atav’ın yazdığı antrenmanlarla hazırlanmaya başladım. Çok uzun bir yoldu aslında. Benim 1.5 ayda hazırlandığım programa hiç benzemiyordu.


2020 Şubat ayında 30K’yı 3.30 saatte koşar hale gelmiştim. Benim için müthiş bir gelişmeydi. Hayatta 2 günden fazla vakit ayıramam dediğim spor, benim hayatımın bir parçası haline gelmişti. Yapabildiğimi görmek, yaparken aldığım haz tabii ki sürdürmemdeki en önemli etkendi. Hocam zalimdir ama çok iyidir ve bilgilidir. Çıkaramadığım antrenmanlara üzüldüğümde her zaman motivasyonumu arttıran bir antrenörünüzün olması çok önemli. Paris maratonundan önce Antalya Yarı Maratonu'na kayıt oldum. Bu koşuyu antrenman niyetine tamamlayacaktım. Benim ilk profesyonel anlamda hazırlanarak katıldığım yarıştı ve Ankara yarı maratonundan tam 1 yıl sonraya denk geliyordu. Bu yarışı da 2.10’luk bir süre ile tamamladım. Geçen yıldan 18 dakika önce bitirmiştim. Çok güzel anılarla döndük arkadaşlarla. Artık maraton için son hazırlıkları tamamlanmışken COVID adlı hastalıkla tanıştık ve bir anda hayat alt üst oldu. Göğüs hekimi olduğumdan çok yoğun bir döneme girdim. Antrenmanlar aksadı ve tüm maratonlar iptal oldu. Ancak koşuyu hiç bırakmadım. Sanki yarışacakmış gibi koşmaya devam ettim. Bu arada bazı sağlık problemleri yaşadım. Bir ara kalp tetkiklerimde değerlerimin yüksek çıkmasıyla koşu hayatımın bitebileceği endişesi ile karşı karşıya geldim. Daha sonra COVID’e yakalandım ve arkasından kalpte ritm bozukluklarım başladı. Doktora ilk sorduğum soru “Koşabilecek miyim?di. O anda kalp hızın 200’lerde atıyordu. Doktor arkadaşım güldü bana ve bir engel olmadığını söyledi. Böyle anlatınca yazarken ben de güldüm. Eminim siz de şaşkınlıktan gülüyorsunuz. Şu anda sabah akşam anti aritmik alıyorum ancak yine koşuyorum.


    Bu dönemde arkadaşlarımdan, antrenörümden ve oğlumdan aldığım destek gerçekten çok önemliydi. Şimdi soruyorsunuz, sağlığınızdan önemli mi diye. Tabii ki değil. Ancak bu spor beni zihinsel olarak çok rahatlatıyor, kendimle baş başa kalıyorum, zihnimi boşaltabiliyorum, bana kendimi iyi hissettiriyor, birçok yönden tatmin hissi veriyor. Hayatımdan çıkmasını istemediğim bir aktivite ve ben de sıkı sıkı tutundum. 

Halen COVID devam ediyor, halen yarışmalar iptal ediliyor veya erteleniyor. Sürekli hedef yarış belirliyoruz, iptal oluyor ve takip ediyoruz sürekli nerede ne var, nereye gidilebilir diye…Bu arada Ali Atav, Kemer’de bir yarış olacağını ve bir arkadaş grubu ile hep beraber katılacağımızı söyledi. Bir patika yarışı olacaktı. Tahtalı'da Olympus dağına tırmanışlı bir yarış ve 29 km. Daha önce yapılmamış bir parkurda olacaktı bu yarış. Yapabilir miyim, olur mu olmaz mı diye düşünürken Ali antreman programını yapmıştı bile. Beni Eymir Gölü'nden tepeye tırmanan bir yokuşu tam 9 kere tırmandırdı ve indirdi. Tanrım iniş ne zordu. Düz yolda koşmaya hiç benzemiyordu. İlk inişimde neredeyse korkudan ağlamaklı olmuştum.

Ayağımın altında toprak kayıyor, dik bir zeminde yokuş aşağı koşmaya çalışıyordum. Bunun için batonlar alındı, nasıl kullanılır öğrenildi. Patika koşuları için özel kıyafetler tamamlandı.

Bu son yarışım benim için çok farklı bir deneyimdi!!..

Oğlum Bartu ile beraber gittik. Arkadaşlarla Kemer’de bir otele yerleştik ve Cumartesi sabahı sabah 4’de uyandım. Kahvaltı yapıp üstümüzü giyindikten sonra saat 5.50’de Çıralı’ya doğru hareket ettik. Saat 6.30’da Startın olduğu yere gelmiştik. Sabah 7.00’de start veridi. İlk 4km asfalt koşusuydu, problemsiz tamamlandı. Ancak sonra ormana girerek tırmanış başladı. Ağaç dallarına gideceğiniz parkuru belirlemek adına organizasyon tarafından işaretler yerleştirilmişti. Dar patikalardan, taşlı ve kayalıklı bir zeminde yukarı doğru tırmanıyorduk. Zemin taş ve kaya olduğundan bastığım yere çok dikkat etmem gerekiyordu. Eymir’in zemininden çok farklıydı. Yanartaş’a kadar tırmandık. Gerçekten çok zorlu bir yoldu. Kayaların arasında ateşleri gördüğümde resim çektirecek bile halim kalmamıştı. İlk istasyona devam etmem gerekiyordu. Oraya ulaşma süremin 2 saati geçmemesi gerekiyordu. Suyum azalmıştı, çok idareli içmem gerekiyordu. Eğer 2 saati aşarsam diskalifiye olacaktım. Allahtan zamanından önce gelebildim. Oraya ulaştığımda 9.6 km koşmuştum. 



Yolda oğlumla karşılaştık. Bana destek olmaya bir arkadaşımın arabasıyla gelmişti. Arabadan inerek 500m kadar benimle koşmaya başladı. “Hadi anne çok az kaldı, hadi süpersin” diye motive ediyordu beni. İstasyona geldiğimde suyumu doldurmaya yardım etti ve beni uğurladı. Koşunun 2. bölümünde tamamlamam gereken 14km vardı ve 3 saatten önce bitirmem gerekiyordu. Normalde bu mesafeyi 1.15 gibi bir sürede koşarım ama dağ tepe gezdiğimizden ve beni neyin beklediğini bilmiyordum. Önce asfalta çıktık, zannettim ki yarışın bundan sonrası daha kolay geçecek. Ancak beklediğim gibi değildi. Yarım saat sonra yarış tekrar dağa doğru devam etti. Yine tırmanıyorduk. Hava ısınmaya başlamıştı. Bir yandan yol işaretlerini takip etmek, bir yandan sıcakla boğuşmak, bir yandan saat hesaplaması içinde olmak, diğer bir yandan da beslenebilmek gerçekten çok zordu. İçimden sürekli “Harikasın Elif, bak neler başarıyorsun, ha gayret, yapabilirsin” gibi motivasyon cümlelerini sürekli sesli bir şekilde söylüyordum kendi kendime. Bir ara öyle bir tepeye çıktık ki sol tarafımda küçücük ıssız muhteşem bir koy. Kimsecikler yok. Güneş ışıldıyor denizin üzerinde. Bacağımı atsam neredeyse kumsaldayım ama zaman meselesi sadece bakmamla yetinmemi söylüyor. Keşke diyorum keşif amaçlı yürürken bulsaydım burayı, cup atlardım serin sulara. Hemen kafamı çevirip yeniden kayalıklı yollara düşüyorum. Bu arada ikinci istasyona da cutoff’dan 40 dk önce ulaşıyorum. O kadar bitkinim ki sularımı dolduracak gücüm yok. Oradaki görevlilerden yardım istiyorum. Beraber dolduruyoruz. 2 adet zeytin ve 4-5 çubuk kraker atıp ağzıma yedek bir tane de soda alıp tekrar yollara düşüyorum. Yine tırmanıştayız. Bu sefer sol tarafımda yine deniz ve ayrıca uçurumu görüyorum. Yükseklik korkum vardır benim. 5. kattan sonra balkondan aşağı bile bakamam. “Elif sen nerelere geldin böyle” derken, o daracık sivri taşların olduğu zeminde yavaş yavaş ilerliyorum, korkarak ve aşağı hiç bakmayarak. Biraz ilerleyince kayalara oturmuş bir yarışmacı görüyorum, gözleri kapalı. Başında birkaç kişi var. “Ne oldu” diye soruyorum, “Fenalaştı” diyorlar. Sırtını kayalara vermiş, bacakları kıvırmış çünkü uzatacak mesafe yok, arkası yine uçurum. Yardım çağırdık diyorlar. Orada kalsam yapacak bir şey yok, mecbur ilerliyorum ve tırmanıyorum.



	Parkuru çalışırken bu kadar tırmanış göstermiyordu diye düşünüyorum. Arkamdan gelen ekibin de aynı şeyi söylediğini işitiyorum. Bir süre sonra beynim bacaklarımı yönetemiyor. Bacaklarım titriyor özellikle inişlerde. Batonlarla ilerlemeye çalışıyorum. Bir ara öyle bir yoruluyorum ki ama duramıyorum çünkü durursam bacaklarımdaki ağırlığın bir daha yürüme temposuna zor geçeceğini biliyorum. Sürekli “Hadi Elif” diye kendi kendime söyleniyorum. Yine bir uçurumun kenarındayım. Arkada deniz, aslında görüntü çok güzel, ama benim gözümden yaşlar boşalıyor. Daha 6km var yarışın bitmesine ve öndeki yarışmacıları görüyorum halen tırmanıyorlar. Ağlıyorum çünkü bitirememekten, parkurun ortasında kalmaktan korkuyorum. 


Zinimin bir yarısı “Elif senin ne işin var buralarda, canına mı susadın, bu mu senin gerçekten istediğin, bu işi sen eğlenmek için yapıyorsun, ama şimdi eğlenmiyorsun, eziyet çekiyorsun, ne gerek var buna” derken, diğer yarısı “bu iş için aylarca antreman yaptın, hayat gibi yarışlarda da beklenmedik zorluklar çıkabilir, bak hala enerjin var, finishe seni bekleyen oğlun var, bitirince her şey bitecek ve kendinle gurur duyacaksın, hayatta yapamam dediğin bir şeyi başarmış olacaksın, yapabilirsin hadi yürü, dinleme diğer sesleri” diyor.


Zihin gerçekten çok ilginç ve bu yarışın kaderini hangi zihin sesimi dinlediğimle şekilleneceğini anlıyor ve başarabileceğimi söylüyorum kendime. Evet bu yarışı ben bacaklarımla değil zihnimle bitirebilecektim. Diyorum ki “Her çıkışın bir inişi olacak, hadi lütfen bırakma ve bitir şunu”. Bacaklarım yine titriyor, batonlar ellerimden bazen savruluyor. Ayağım kayıyor. O sırada arkamdan bir yarışmacı “Aman dikkat, yan basarak inin, batonları düz tutun” diye bana taktik veriyor. Dediğini yapıyorum gerçekten işe yarıyor. Arkamda diğer bir yarışmacı da tükenmiş, Likya yarışına gitmeyi istediğini ama vazgeçtiğini söylüyor, “Yeter artık bitsin bu tırmanışlar” diyor. Bir süre önlü arkalı gidiyoruz. O beni taşıyor ben onu taşıyorum. Soruyorum “cutoff hala 6 saat mi?”, bana “7 saate çıkarıldı” diyor. 1. istasyonun 2 saat olan süresi de 3 saate çıkarılmış, yarışmacıların çoğu gecikmiş çünkü. Bu da organizasyonun iyi iş çıkarmadığının bir göstergesi aslında. Rahatlıyorum biraz daha. 27.km’ye gelince birden iniş bitiyor. O çizgiyi 100m önden görünce çığlık atıyoruz “Düze çıktık oh beee. Biraz koşarız artık”.



	Finishe doğru asfalttayız. Koşacağımız zannederken bacaklarım koşamıyor. Küçük küçük adımlarla ancak jog atabiliyorum. Kafamdan hesaplamalar yapıyorum, 2km’yi ne kadar zamanda giderim acaba böyle jog atarak. Bir türlü hesaplayamıyorum. Beynim işlemiyor. Saat 17.45. Yürü koş yapıyorum. Yürü koş, yürü koş. O sırada sürekli beni annem ve Bartu arıyor. Onlara 4.30-5 saatte biter demiştim. Evdeki hesap çarşıya uymuyor, parkur çok kırıcı ve zorluyor. Anneme iyiyim diyor kapatıyorum, konuşmaya mecalim yok, telefonu bile yerleştiremiyor, düşürüyorum. Artık motor becerilerim çok azaldı. Dedim ya bacaklarımı kontrol edemiyorum. Saat 6 gibi bitireceğimi tahmin ediyorum. Yürürken bir yarışmacı sesleniyor, o bitirmiş. “Hadi 700m kaldı, koş bitiyor” diye bana güç veriyor, yeniden koşmaya başlıyorum. Zihnimin yeniden bana oyun oynamasını engellemeye çalışıyorum. “Bak bitti”, diyorum “hadi Elif”. Sonra organizasyondan birkaç kişi kenarda haber veriyor “Sola dönünce Finish'i göreceksin, hadi son gayret” diyorlar. Bu bana inanılmaz geliyor. Son bir kez koşmaya başlıyorum, bacaklarım daha güçlü, sola dönüyorum ve Finishi görüyorum, koşuyorum ve çizgiyi 6.01’de geçiyorum. 



Bu yarış bana neler öğretti?
İnsanın limiti yoktur, limitleri biz koyuyoruz: Limit sensin!!
Asla yapamam diye bir şey yoktur, istenirse her şey başarılır. 
Zihin oyunlar oynar, hangi senaryoyu seçeceğini sen belirlersin, bu da oyunun sonucunu belirler!!..

Zor bir şeyi başarmak, sürecin zorluğunu hemen unutturur ve yeni hedefler belirlemen bir an meselesidir (yarıştan hemen sonra asla bir daha dağ yarış yok dedim, ama ertesi gün yine yapabilirim diyordum)..

Bu hedefleri gerçekleştirirken hayatında olan insanlar, süreçteki yol arkadaşların çok önemlidir. Hayat paylaşabildiklerinle güzeldir!!..


Bu yarışı bacaklarımla değil zihnimle bitirdim.
Bu süreçte yanımda olan öncelikle oğlum Bartu’ya, antrenörüm Ali’ye ve beni destekleyen, yardım eden diğer tüm arkadaşlarıma teşekkür ederim.
Prof.Dr. Elif Küpeli, Göğüs Hastalıkları Uzmanı, Koşu sevdalısı, anne, eş ve kedi sever..


499 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Yazı: Blog2 Post
bottom of page