“Çukurova’da bahar harikadır. Gök masmavi, kırmızı topraklar yemyeşildir! Çukurova’nın bereketli toprağına dört kilo çiğit at, seksen kilo kütlü, yani tohumlu pamuk versin!”
Çok sevgili Dr. Okan Toygar, yani benim Okan abim..
Tarsus'tan.. belki Başkent Hastanesi Adana'ya, oradan da İstanbul'a olan yolculuğu sırasında belli duraklarda karşılaşma şansımın olduğu.. Canımdan çok sevdiğim, abim, kıymetli göz doktoru arkadaşım, sınav kapılarında beklediğim dostum.. Çiğköfteyi daha lezzetli yemediğim, güzel sazıyla kulağımızı dolduran.. bizi en güzel mezelerle Tarsus lezzetleri ve kültürü ile ağırlayan.. Mütevazi, süper dost, yardımcı ve iyi doktor..
Beraber çalışma şansımın olduğu ve şimdi de köşe yazarı kimliğiyle bizlere doyumsuz yazılar sunan Sayın Okan Toygar NORTHWAY ailesi içinde olmazsa olmazdı..
Orhan Kemal ile ilgili kısa bir biyografi yazısını okuduktan sonra Sayın Okan Toygar'ın bu güzel yazısını keyifle okuyabilirsiniz..
Orhan Kemal; 15 Eylül 1914'te Adana'nın Ceyhan ilçesinde, avukat Abdülkadir Kemali Bey ile ilkokul öğretmeni Adanalı Azime Hanım'ın çocuğu olarak dünyaya geldi. Gerçek adı Mehmet Raşit Öğütçü’dür.
Çocukluğunun ilk yılları Adana'da geçti. Kemal, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Adana'nın Fransız işgaline uğraması üzerine ailesiyle önce Niğde, sonra Konya'da yaşadı. Babası Abdülkadir Kemali Bey'in Kastamonu milletvekili olarak 1. Meclis'e girmesinin ardından ise Ankara'da yaşamaya başladı.
Babasının 1930'da Ahali Cumhuriyet Fırkası'nı kurmasının ardından gelişen olaylar sonucu ailesi Suriye'ye zorunlu göç etti. Kemal, ortaokul son sınıfta öğrenimini bıraktı.
Orhan Kemal, daha sonra Adana'ya geri dönerek, tarım fabrikalarında işçilik, dokumacılık, ambar memurluğu ve kâtiplik gibi işlerde çalıştı.
Milli Mensucat Fabrikası'nda işçi olan Nuriye Hanım ile 5 Mayıs 1937'de evlenen yazarın bir kızı ve 3 oğlu dünyaya geldi.
Yazar Kemal, 1939'da askerlik görevi esnasında, ceza kanununun 94'üncü maddesine aykırı davranıştan 5 yıl hapse mahkûm oldu. Kayseri, Adana ve Bursa cezaevlerinde yattı.
Bursa Cezaevi'nde tutukluyken, aynı cezaevinde yatan Nazım Hikmet'le arkadaş oldu. Kemal, ünlü şairin roman denemelerini beğenmesi üzerine roman yazmaya başladı.
Orhan Kemal'in ilk düzyazısı, "Baba Evi" romanının bir bölümü olan "Balık" 1940'ta Yeni Edebiyat gazetesinde okuyucuyla buluştu.
Hayatın içinden basit konuları, samimi bir dille anlattı ve Panait Istrati ve Maksim Gorki öykülerinden etkilendi. Yazar, ilk kez 1943'te yazdığı "Asma Çubuğu" öyküsünde Orhan Kemal adını kullandı.
Öyküleri 1942 ve 1943'te "Yürüyüş" ve "İkdam" gazeteleriyle "Yurt ve Dünya" dergisinde yayımlandı. Kemal, 1951'de İstanbul'a gelerek, roman ve tefrika öyküler kaleme almaya başladı.
"72. Koğuş" ile "En İyi Oyun Yazarı" ödülünü aldı
"Kardeş Payı" öyküsüyle 1958'de "Sait Faik Hikaye Armağanı"nı kazanan yazar, "Önce Ekmek" ile de 1969'da Sait Faik Hikaye Armağanı ve Türk Dil Kurumu tarafından verilen "Öykü Ödülü"ne layık görüldü.
Konusunu ve kişilerini 1958'de yayımlanan "Devlet Kuşu" romanından aldığı 3 perdelik "İspinozlar" oyununu 1964'te yazan Kemal, yapıtında yoksul ama namuslu bir ailenin yakışıklı oğluyla varlıklı ama görgüsüz bir alenin şımarık kızı arasındaki evliliğin çarpık sonuçlarını ele aldı. Yazarın sahneye konulan ilk oyunu olan İspinozlar, 1964 – 1965 tiyatro sezonunda İstanbul Şehir Tiyatroları tarafından sahnelendi.
Kemal, farklı yıllarda kaleme aldığı "72. Koğuş", "Murtaza", "Eskici Dükkanı", "Kardeş Payı" adlı eserlerini oyunlaştırırken, "72. Koğuş" eseriyle 1967'de Ankara Sanat Severler Derneği'nce "En İyi Oyun Yazarı" seçildi.
Babaannesinin soyunun bulunduğu yerleri gezip not almak ve "93'ten Bu Yana" adıyla ailesinin hikâyesini yazmak amacıyla 1970'te Bulgar Yazarlar Birliği'nin çağrısı üzerine Sofya'ya giden yazar, kalp krizi sonucu tedavi gördüğü hastanede 2 Haziran 1970'te hayatını kaybetti. Cenazesi Türkiye'ye getirilen yazar, 5 Haziran 1970'te Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi.
"ORHAN KEMAL’İN ÇUKUROVASI"
Yapıtlarını eşitsizliğin, sömürünün ve ayrımcılığın olmadığı bir dünya özlemiyle kaleme alan Türk edebiyatının temel taşı Orhan Kemal “Bereketli Topraklar Üzerinde” isimli başyapıtında böyle tarif ediyor Çukurova’nın bereketli topraklarına baharın gelişini.
Okumakta olduğunuz yazıyı hazırlamak için yazarın kütüphanemde olan kitaplarını karıştırırken ilk olarak bu roman geçti elime. Zülfü Livaneli’nin İnce Memed’i bitirdikten sonra kitabı kapatıp öpmesine benzer bir hareketle ben de yıllar önce sahaftan almış olduğum 1972 baskısı kitabı, tüm eski kitaplarda yaptığım gibi koklamak için açtığımda içinden Cumhuriyet Gazetesi’nden kesilerek saklanmış, oldukça sararmış bir köşe yazısı çıktı. Kim bilir kim, ne zaman, nerede bu köşe yazısını kesip bu kitabın içerisine koymuştu? İşte sahaftan alınan kitapları cazip kılan da bu belki. Bundan dolayı kendimi şanslı hissederek yazıyı okumaya başladım. Türk edebiyatının büyük romancısının aramızdan ayrılmasından üç gün sonra 5 Haziran 1970 tarihli “Pencere”. Yani “Her insan yaşamı boyunca kendi heykelini yontar” diyen aydınlanma bilgesi İlhan Selçuk’un köşesi. İlhan Selçuk, “Orhan Kemal’in ardından düşünürken..” isimli köşe yazısına onun künyesi ile başlamış.
Orhan Kemal’in künyesinde adı Mehmet Raşit Öğütçü diye yazılı.
Doğum: 15 Eylül 1914
Doğum yeri: Ceyhan
Tahsili: Orta
Geçirdiği hastalıklar: Sürüsüne bereket
Medeni hali: Evli, dört çocuk
Sabıkası: Fikir suçundan 5 yıl
Eserleri: 34 adet
Yaşamı: Açlık, sefalet, baskı, zulüm, polis, adliye üzerine
Ve sonu: Ölüm
Orhan Kemal’in doğum yeri, 1933 doğumlu babam gibi Ceyhan. Ben de Adana’da doğup Tarsus’ta büyüdüm. Kendimi Orhan Kemal’in eserlerine, bu eserlerdeki olaylara ve kişilere çok yakın hissetmemin nedeni benim de bu bereketli topraklarda doğup büyümüş olmam olabilir mi bilmiyorum. Tek nedeni olmasa da nedenlerden biri olduğu kesin. Eserlerinde Çukurova’ya özgü yöresel ağızlar, kebap tarifleri, rakı içmeye dair diyaloglar ve küfürler, okurları, en çok da Çukurovalıları romanlarının içine mıhlıyor adeta. İşte ilk örnek 1934 yılının Çukurova’sında toprak mülkiyeti üzerine yaşanan kavga ve insanların para, mal ve mülk için neler yapabileceğinin anlatıldığı “Kanlı Topraklar”dan (Orhan Kemal. Kanlı Topraklar. Remzi Kitabevi, 1963. Sayfa 34)
“Aslen, yerlilerin Fellâh, yani çiftçi dedikleri Arap uşağı Tahsin’in İzmirliliği, askerliğini orada yapmış olmaktandı. Yoksa kan be kan Adanalı, soy be soy Arap’tı ama iyice Türkleşmişti. Son derece kibar, zarif, keyif ehli biriydi. Adana’da olduğunca, Adana beyti kebabının ustası. Çünkü bu kebabın gerçekten ustaları Arabuşaklarıydı.
Tezgâhı başına geçmiş, şiş kebaplarını kuvvetli ateşe sıralayıvermişti. Dükkâna iştah açıcı sıcak bir et kokusu yayılıverdi. Derken Tahsin’in kocaman bıçağının takırtısı. Domates salatası için soğan doğruyordu.
Çok geçmeden bol zeytinyağlı domates salatası, buzda şişesi terlemiş 49’luk rakı, kızarmış domatesi bol, taze nane, maydanozlu beyti kebap, kırılmış buz içinde salkımları yatırılmış iri taneli siyah Antep üzümü gelince, Topal Nuri coştu”.
Orhan Kemal’in, Çukurova’nın günümüzde de kısmen devam eden etno-kültürel zenginliğini anlattığı bu satırların altını “edebiyat mutluluktur” deyip çizmez misiniz? “Kanlı Topraklar”ın olumsuz karakteri Topal Nuri’nin etrafındaki herkesi kullanarak zengin olma çabasını bir anlık bırakıp kebabın yanında rakıyı içme coşkusuna imrenmez misiniz?
1945-50 yıllarında, Ceyhan ve Adana’da yaşayan insanların hayat mücadelelerinin gerçekçi bir yaklaşımla dile getirildiği ve ekonomik koşulların aile bağlarını nasıl etkileyebileceğinin anlatıldığı “Eskici ve Oğulları” ndan bir alıntı;
“Çömeldiği yerden doğruldu, gitti duvardan gaz lambasını, buzlara gömülü rakı şişesinin bulunduğu kovayı aldı, deminki çiğköfte sıkımının ağzında yitmeyen tadıyla, yalanarak mutfaktan çıktı”.
…
“Gelin mutfağa koştu, büyükçe bir bakır sahanla az önce kaynanasının çiğköfte yoğururken yapışmasın diye elini batırdığı su bulunan kabı aldı, masaya döndü. Kaynana hamarat hamarat sıkımladığı çiğköfteleri bakır kaba diziyordu. Büyük oğul kovadan rakı şişesini aldı. Soğuktan terlemişti. Şişenin dibine yumruğuyla vura vura tıpayı çıkardı. Önce babasınınkini, sonra da kendi kadehini doldurdu”.
Görüldüğü gibi her iki romanda da tüm olumsuzlukların, trajedilerin arasında dahi insanlar yaşamaktan sevinç duyabilmektedirler. Fakirliğin perişan ettiği aile bir çiğköfte rakı sofrasında neşeyle buluşabilmektedir. Orhan Kemal’in pek çok eserinde görürüz bunu. Her öyküsünde aydınlık bir yan, küçük de olsa bir umut ışığı, en olumsuz kişilerinde dahi (“Bereketli Topraklar Üzerinde” romanında para uğruna adam boğacak kadar gaddar ama köylülerinin terk ettiği ve ölmek üzere olan Köse Hasan'ı sırtına alıp helaya götürecek kadar da vefalı olan Hidayet’in oğlu gibi) iyi bir yön vardır.
Eserlerinde kebaptan, rakıdan, çiğköfteden bahseden satırları verip, Çukurova’ya özgü küfürleri içeren satırlar koymamak olmaz elbette. Pek çok eserinde, yerli yerinde, hiçbir aşırılığa kaçmadan kullanılan, günümüz Adanalılarına hiç de yabancı olmayan küfürlere bir örnek;
“O sıra vınıltıyla geçen iri bir sivrisineğin uçan karaltısına kocaman pençesini atarken, sineğin Allahına, kitabına, gelmişine, geçmişine, yedi göbek sonraki zürriyetine kaba kaba sövdü. Küçük oğul, “Destur” dedi. “Destur gene sabah sabah!” Sertçe döndü, küçük oğlunun desturuna sövdü bu kez de…
Kasıtlı yapılan bazı eleştirilere karşın Orhan Kemal’in eserlerinde kullandığı şive ve küfürlerde hiçbir aşırılık yoktur. Tam tersine Çukurovalının kızgınlığını ifade etme biçimini en doğal haliyle aktarmıştır. Hayatın tamamını anlatmayı amaçlayan bir edebi eserde yöresel ağız ve küfürlerin olması doğal olmanın ötesinde gereklidir de. Orhan Kemal’in bu yalın anlatım biçimi ile okuyucusuna dokunması ve her okuyucunun onun eserlerinde kendi yaşamından bir kesit bulması onun çok okunan ve sevilen bir yazar olmasını sağlamıştır.
Bu yazının bir kısmı 30 Mayıs 2019 tarihinde Cumhuriyet Kitap ekinde yayınlanmıştır.
Doç. Dr. Okan Toygar, Göz Hastalıkları Uzmanı, "Cumhuriyet Gazetesi" Köşe Yazarı
Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı,İstanbul
Batıgöz Hastanesi (Altunizade)
1969 yılında Adana’da doğan Dr. Okan Toygar, ilk ve orta öğrenimini Tarsus’ta tamamladı. 1988 yılında Tarsus Amerikan Lisesi’nden mezun oldu. Aynı yıl girdiği Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinden 1995 yılında mezun oldu. 1996 yılında Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı’nda uzmanlık eğitimine başladı ve 2000 yılında “Üsküdar ilçesinde ilköğretim çağı çocuklarında yapılan göz taraması sonuçları” adlı tez ile göz hastalıkları uzmanı oldu. 2003 yılına kadar İstanbul’da çeşitli hastanelerde çalıştıktan sonra Başkent Üniversitesi Adana Uygulama ve Araştırma Hastanesi’nde çalışmaya başladı. Burada katarakt cerrahisi, medikal retina ve vitreoretinal cerrahi konusunda deneyim kazandı. 2006 yılında Frankfurt ve Bremen’de vitreoretinal cerrahi konusunda eğitim aldı. 2008-2011 yılları arasında sonradan ismi “NİV Göz Merkezi” olan Adana Maya Göz Merkezi’nde ve 2011-2012 yılları arasında Etiler Dünya Göz Hastanesi’nde çalıştı. 2013 yılında Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı’nda “Yardımcı Doçent” olarak çalışmaya başladı. 2016 yılında Paris’te yapılan European Board of Ophthalmology (EBO) sınavında başarılı olarak “FEBO” (Fellow of European Board of Ophthalmology), 2018 yılında ise “Doçent” unvanı aldı. Halen Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı olarak Bahçeşehir Üniversitesi’nde akademik çalışmalarına devam etmektedir.
Dr. Okan Toygar 2014-2015 yılları arasında Cincinnati Üniversitesi, Cincinnati Eye Enstitute’da vitreoretinal cerrahi alanında “research fellowship” yaparak akademik olarak da bu alanda tecrübelerini arttırdı.
Mesleki ilgi alanları; Retina hastalıkları ve cerrahisi (diabetik retinopati, yaşa bağlı makula dejenerasyonu-sarı nokta hastalığı-, retina dekolmanı), üveit, katarakt cerrahisi ve multifokal göz içi lens implantasyonları ve glokom olan Doç. Dr. Okan Toygar İstanbul BATIGÖZ Hastanesi’nde hizmet vermektedir.
Yine bir solukta okunacak harika bir yazi .. Kaleminize saglik..