
Hepinize tekrar merhaba.. Şöyle güzel bir kahve veya çay kokusuyla kim güne başlamak istemez ki.. Belki yavrunuzun içine çektiğiniz o müthiş, bebekliğinden beri olan o pudramsı kokusu.. Ya da yürüyüşte karşınıza çıkan acaba hangi ağaçtan geliyor bu güzel koku diyerek dolandığınız sonunda ıhlamurdan geldiğine emin olduğunuz o müthiş koku..
Düşünün size o güzel anları hatırlatan.. en müthiş kokular.. yağmurun, toprağın, denizin o iyot, yosun kokusu..
Siz düşündükçe daha çok burnunuza gelen tüm bu kokular aslında yaşamın ta kendisi..
Belki de kokularını almadığımız şeyler beynimizde iz bırakmıyordur.. Değil mi?..Her şeyin ve herkesin kendine has bir kokusu yok mu beynimize kazınan..
Yemeği pişirirken doymak belki de bu yüzdendir, önce beyin doyuyor sanki.. sonra mide, en son biz..
Sonra bir buket çiçek.. ama en kokulusundan olmasın mı.. Hiç kokmayan güller, manolyalar, sümbüller aynı etkiyi bırakır mı? İmkansız.. O yüzden ben diyorum ki.. Önce kokunuzla doğmalı o sabaha, her güne.. Güneşin bile bir kokusu olmalı.. Renginden önce beynimiz işleyen.. Hatırlatan, anılarımız tamamlayan.. Yıllar sonra o imajdan önce kokusunu anımsadığınız her şeyi bir düşünün..

Bana kokunun rengi hep lila, hep morlarda gelir.. alacakarnlıkta mürdüme ilerler.. sabah tonlarda hafif turuncu-kızıllığa döner.. uçarak kaybolur..
Yani güneyden lavantadan- "Provence"'dan başlar, Eze'de gün batımını izler... Akşam orta Fransa'da "Alsace" şarabında olgunlaşır.. Gecenin kokusuyla Kuzey Fransa'da Bretagne'da ilerler..

Yıldızlardan üzerine biraz sim karışır.. sonra asıl esansı tene karışır.. Tenle beraber sabaha karışır, tekrar uyanır.. her gün yeni bir tazelenmeyle.. Sizi soğuk iyotlu sularla uyandırır.. Kahve ve kruvasanla besler.. Çiçeklerle bütünleşir, karışır.. meyvelere geçer.. Sandalla, kumla, bergamutla tekrar mayalanır..
Bize gelene kadar, bayaa yorulur, ama bir o kadar da güzelleşir anlayacağınız..

Süskind, nam’ı diğer, Patrick.. Çok eski romanı “Das Parfum”, Ülkemizdeki adı ile “Koku”.. İlk defa 1985 yılında, Zürih’te basılmış.. Yıllarca bizi peşinde sürüklemiş ve hatta tadına doyamadığımız tekrar okumak istediğimiz o güzel eseri ile yazıma başlamak istedim..

Süskind, 1949’da Almanya’da Münih’e yakın Ambach’da doğdu. Münih Üniversitesinde, Ortaçağ ve Modern Çağ Tarihi eğitimi gördü.. (-hep almak istediğim eğitim-) “Das Parfum” romanını 1979’da yazmış ve sonra yayınlamıştı.
XVIII. yüzyıl, Fransa. Kitabın kahramanı Jean-Baptiste Grenoulle, tüm insancıl duygularından yoksun, yalnızca kokulara karşı görülmedik ölçüde duyarlı, istediği kokuları üretebilmek için cinayet işlemekten çekinmeyen biridir. Herkesin, her şeyin kokusunu alma, dilediği tüm kokuları üretme konusunda gerçek bir dahi olan bu genç adamın, kendi kokusunun olmadığını, bu nedenle insanların kendisinden koku alamadıklarını anladığı gün dünyası başına yıkılır. Tek çıkar yol, varlığını hatırlatacak kokular sürünmektir.
Toplum içinde bir birey olarak var olamamış; ama kendi benliği dışında her istediğini yaratabilmiş bir dahiyi sergileyen bu görkemli alegori, bir insanlık tregedyasının anlatısıdır.
Roman’ın en can alıcı son bölümünden kesitler
Grenouille, zaman zaman elini cebine sokuyor, içinde parfümü olan küçük cam flakonu kavrıyordu. Şişecik hemen hemen doluydu daha. Grasse’deki sahne için bir damlacık yetmişti. Gerye kalan, bütün dünyayı büyülemeye yeterdi.. İstese, Paris’te kendini on değil yüz binlerce insanın ululamasını sağlayabilirdi ya da şöyle bir Versaiilles’a uzanıp kraal ayaklarını öptürebilirdi; papaya parfümlenmiş bir mektup yazıp kendinin yeni mesih olduğunu açıklayabilirdi; Notre-Dame’a kralları, imparatorları toplayıp kendini onların önünde baş imperator olarak kutsayabilir; hatta yere inmiş Tanrı olarak kutsayabilirdi – tabii Tanrı’nın kendi kendini kutsaması saçma gelmezse..

İstese, bunların hepsini yapabilirdi. Yeterli gücü vardı buna. Paranın ya da şiddetin ya da ölümün gücünden büyük bir güçtü elindeki: insanlarda sevgi uyandırmanın yenilmez gücü. Yalnız bir şeye yetmiyordu bu güç: Kendi kendisinin kokusunu almasını sağlayamıyordu. O zaman da, isterse bütün dünyaya karşı parfümüsayesinde Tanrı gözüksün – kendi kendini koklayamadıktan, onun için de kim olduğunu asla bilmeyecek olduktan sonra, hiçbir şey umrunda değildi, ne dünya ne kendisi ne parfümü.

Flakonu kavrayan eli hafifçe kokuyordu, burnuna götürüp kokuyu içine çektiğinde içini hüzün kaplıyor, birkaç saniyeliğine yürümeyi unutuyor, duruyor, kokluyordu. Hiç kimse bilmiyordu bu parfümün aslında ne kadar iyi olduğunu, diye düşündü. Ne kadar iyi yapılmış olduğunu kimse bilmiyor. Ötekiler sadece etkisine köle oluyor, hatta kendilerini etkileyip büyüleyen şeyin parfüm olduğunu bilmiyorlar bile.
KOKU- PATRICK SUSKİND- ROMAN ÖZETİ
Rue Aux Fers’de bir balıkçı tezgahının yanında, bir kadın beşinci çocuğunu dünyaya getirir. Jean Babtiste Granouille diğer dört çocuk gibi aynı yerde doğmuştur. Granouille manastır tarafından bir sütanneye verilir. Annesi de diğer dört çocuğunun bu şekilde ölmesine neden olduğundan hüküm giyer ve bir kaç hafta sonra idam edilir.
Bir süre sonra Granouille sütanne Jeanne Bussie tarafından, Saint Merri Manastırına getirilir. Kadın çocuktan kurtulmak istemektedir. Granouille diğer bebeklerden farklıdır, normal bir bebek gibi kokmamaktadır. Daha doğrusu hiç kokmamaktadır. Sütanne çocuğun içinde şeytan olduğunu söyleyerek bebeği Papaz Terrier’ye bırakır. Bebeğin kokmadığını anlayan ve sütannenin söylediklerine inanmaya başlayan Peder de çocuktan kurtulmak ister. Papaz Terrier çocuğu Madam Galliard adında bir sütanneye verir ve bir yıllık ücreti de peşin öder.
Granouille artık Madam Galliard’ın evinde büyümektedir. Granouille’yi Madam’ın evinde hiç kimse sevmemektedir, hatta ondan rahatsız olmaktadırlar. Granouille güzel bir çocuk değildir, hatta çirkin bile denebilir. Ancak nefret edilecek kadar kötü veya çirkin bir çocuk da değildir. Granouille tüm insani duygulardan yoksun olarak büyür. Aşk, sevgi, başkalarını düşünmek gibi duygulardan hiçbirine sahip değildir. Granouille’in diğer insanlar gibi kokusu yoktur ama çok iyi koku almaktadır. Hatta kilometrelerce uzaktan bile her kokuyu ayırabilmektedir.
Granouille genç bir çocuk olduğunda bir dericinin yanında çalışmaya başlar. Çok zeki bir çocuk değildir ama çok çalışkandır. En zor işleri bile çok rahat yapabilmektedir. Bir gün patronu tarafından, işlenmiş derileri teslim etmek için bir parfüm dükkanına gönderilir. Burada kokular konusundaki marifetini gösterir. Parfümcü tarafından işe alınmak ister. Parfümcü, çocuğun patronu dericiyi çağırır. İyi bir para karşılığında Granouille’yi dericiden alır. Parfümcü şehrin en iyi parfümcüleri arasındaydı. Ancak son zamanlarda işleri çok iyi gitmiyordu. Çünkü artık iyi kokular üretemiyordu ve iflas etmek üzereydi. Bu arada Granouille’yi iyi bir para karşılığında parfümcüye veren derici, bu karlı alışverişi bir yerde içki içerek kutlar. Fakat sarhoş olmuştur ve evine gitmek isterken nehire düşer ve boğulur.
Granouille parfümcüde çok iyi kokular üretmektedir. Dükkan sahibi tekrar şehrin en ünlü parfümcüsü olmuştur ve çok iyi paralar kazanmaktadır. Bir süre sonra işinden sıkılmaya başlayan Granouille tüm insanların kokularından uzaklaşmak ister. Bu amaçla günlerce süren bir yolculuk yapar ve hiçbir insanın kokusunun olmadığı bir dağa yerleşir. Bu arada Granouille’nin ayrıldığı gün parfümcü ölmüştür.
Granouille insan kokularından uzak olarak dağda tam yedi yıl geçirir. Artık geri dönmeye karar verir. Geri döndüğünde yine kokular üretmeye başlar. Parfümler konusunda sürekli kendini geliştirmekte ve en iyi parfümleri üretmektedir. Amacı dünyanın en iyi kokusunu yaratmaktır. Bu amaçla, genç, güzel ve bakire kızların peşine düşer. Onları öldürmekte ve parfümcülere özel bir yöntemle kokularını almaktadır. Sürekli genç kızların öldürülmesi şehirde korku salmıştır. Şehrin en güzel kızının babası, kızını kurtarmak için başka bir yere gitmeye karar verir ve bir yolculuğa çıkarlar. Fakat Granouille kızın kokusunu alır ve onları konakladıkları yerde bulur. Kızı öldürür ve kokusunu alır. Artık dünyanın en iyi kokusunu üretmiştir.
Fakat bir süre sonra cinayetleri işleyenin Granouille olduğu anlaşılır ve yakalanır. İdam edilecektir. Granouille idam edileceği gün yarattığı kokuyu sürer. İdam edileceği meydana getirilen Granouille kokusuyla kalabalığı büyüler. Granouille’yi melek gibi gören insanlar ondan bir parça almak isterler ama onu paramparça edip öldürürler.
Gerçek güzelliğini anlamış anlayacak tek kişi benim, çünkü ben yarattım onu. Aynı zamanda büyüleyemeyeceği tek kişi de benim. Parfümün kendisi için anlam taşımadığı tek kişiyim ben !!
Bu trajik hikayeden ne aldığımıza gelince..
Baz, ana notaları, esansları vardır hen insanın.. Bir de o nu geliştiren, olgunlaştıran.. merak uyandıran.. uçup giden bir de hep kalanları vardır.. Onla yaşayan, büyüyen.. Yükselen.. farklı ortamlarda farklı anlamlar bırakan, farklı izler barındıran.. Kendinde buldukları, bir de karşısındakiyle bir anlam buldukları vardır..
Kendinizdeki ana notaları bulanlar hep yanınızda, ruhunuzda olsunlar.. Kendinizi bulmanızda yar ve yarenlik edenleriniz olsun.. Sizi bütünleyen, tümleyen, yükselten yüksek notalarınızda hep olanlarınız olsun..
Sevgiyle ve bol güzel KOKULARDA, notalarla kalın..
Prof. Dr. Sezin Akça Bayar, NORTHWAY Yazarı
EZE Village, Alpes-Maritimes, FRANCE, 2015 September. (Fragonard Perfume Factory)
Comments